Bu sözü ne zaman duysam ya da okusam gülümserim.Yaşlandığımızı anımsatır.Haydi sizi bu bayram 60 yıl kadar geriye götüreyim…Ellili yılların ilk yarısı…Mezarlıkbaşı’nda bir AİLE EVİ’nde oturuyoruz.O devirde bu evlere YUVA TANELERİ de deniyor…Büyük demir bir kapıdan bir iç avluya giriyorsunuz.Bina iki katlı,altta ve üstte karşılıklı 6 yada 7 oda var ve her odada ya da o günkü tabirle yuva tanesinde bir aile yaşıyor.Yani ondan fazla aile birlikte oturuyoruz.Altta ve üstte,birer mutfak ile banyo tuvalet var.Ortaklaşa kullanıyorsunuz.Zor geldiğinden,her aile,odasının bir köşesinde,gaz ocağında yemeğini pişirmeyi tercih ediyor.Isınma mangal ve yorgan altı ile,avluya mangallar sıralanıyor,kömür kor halini alınca odalara taşınıyor…Aile evimizde iki yahudi,bir italyan bir de rum kökenli vatandaşlarımız la birlikte yaşıyoruz.Yani müslümanı,yahudisi,katoliği,ortadoksu birlikte içiçeyiz…Biz çocuklar için bu bulunmaz bir nimet.Niye mi?Çünkü bizim için bayramlar hiç bitmiyor.Paskalyası,ramazanı,hamursuzu,kurbanı derken biri bitiyor biri başlıyor.Gelsin tatlılar,çörekler,boyalıyumurtalar,yumurta şeklinde çukulatalar,şekerlemeler…Aile evimiz sağ yanını yahudi okuluna dayıyor.Etrafı yüksek duvarlar,onun üzerinde de dikenli çitle çevrili ama biz çocuklar ne yapıp ediyor,bir yolunu bulup içeriye dalıyor bahçesinde top oynuyoruz.Kapı komşumuz Mişon amcanın Agora‘nın arkasında bir oduncu ve kömürcü dükkanı vardı.Arada dükkanı yıkar temizler,aldığımız üç beş kuruşla da mahallemizde en az iki üç tane olan gazoz imalathanelerine koşar,daha şişelere dolmakta olan gazozlardan alırdık.Mişon amca kömür tozlarını yıkarken ağır çekmesi içn odunları da ıslatırdı,hepimiz bilir,güler geçerdik.Sonra bu iki yahudi aile İsrail’e göçtüler.Yıllar sonra Havra sokağında tesadüfen karşılaşınca hemen tanıdım,bu anıyı anlattım,karşılıklı gülüştük…Artık iyice yaşlanmıştı.‘Ölmeden önce gelipburaları son bir kez görmek istedim‘demişti.Tel Aviv’de hemen bütün İzmir’liler yakın mahallelere yerleşmişler.Hatta bir mahallenin adını da İzmir mahallesi koymuşlar…Biz çocukların bir diğer oyun alanımız,hemen yanıbaşımızdaki AGORA…Kapağı içeri attığımızda kendimizden geçiyoruz.Ne kadar korksak da,merak korkuyu bastırıyor,ucu taa Kadifekale’ye çıktığı söylenen tünel ya da çukurlara dalıyor,birbirimizi cesaretlendirerek gidebildiğimiz kadar gidiyor,sonra da hızla dışarıya kaçıyoruz…Kalıntıların arasında koşarken bir kemerin üzerindeki,sonradan FAUSTİNA olduğunu öğrendiğim gögsünden yukarı kadın kabartması beni hep büyülüyor.Aniden durup bakakalıyorum.Belki de AGORA ve FAUSTİNA benim daha sonraları hep ilgi duyacağım tarih merakımın ilk tetikleyicisi oluyorlar…FAUSTİNA ve eşi Roma İmparatoru MARKUS AVRELYUS‘un,İzmir‘imizin tarihinin de bir parçası olan muhteşem sevgi öyküsünü başka bir yazı da sizlerle paylaşalım…Biz yine bayramlara ve çocukluğumuza dönelim.Bayramlarda büyük keyiflerimizden biri de bir sinemadan çıkıp diğerine koşmak…Etrafımız sinema dolu.Hemen yanıbaşımızda LALE,az ötede Basmane de İKBAL,Mezarlıkbaşı’nda SARAY…Sonra YENİ…İKBAL de seyrettiğim Victor Hugo‘nun ünlü eseri SEFİLLER‘in,1958 uyarlaması,Jean Gabin ve Bernard Blier‘in oynadığı muhteşem filmi hiç unutamadım…LALE’de seyrettiğim yine 1958 yapımı Sami Ayanoğlu‘nun yönettiği ve Gönül Bayhan’ınoynadığı ’99 MUSTAFA’ filmi de o çocukluk günlerimin unutamadığım filmlerindendi…Ne siyah beyaz,ne yedi kısım tekmili birden filmler kaldı…Ne de yahudi ,ortadoks,katolik komşularla karşılıklı saygı,sevgi dayanışma içinde geçen günler…Şimdi birbirimizi ve de büyük ATATÜRK’ümüzün emaneti CUMHURİYETİ’mizi yeme günleri…Bayramınızı kutluyor,sağlık ve huzur diliyorum…