26 Aralık 2024, Perşembe Yeni Haber
Haber Girişi : 22.06.2015

Toplumcu belediyecilik ve tarihte bir İskoç kenti: Glasgow

Hemen hemen hepimiz, toplumcu belediyeciliğin neyi ifade ettiğini ve nasıl yapılması gerektiğini şüphesiz biliyoruz. Ancak bu yazıda ben toplumcu belediyeciliğin tarihi bir örneğini verip basit bir çıkarımda bulunacağım.

18.Yüzyıl Avrupa’sında buharlı makinenin icadı, geleneksel/ilkel üretim tarzına son vermiş ve seri üretime yönelik fabrikaların kurulmasına zemin hazırlamıştır. Tekstilden tarıma, madencilikten kimyaya kadar birçok sektörü etkileyen bu buluş sayesinde Avrupa ağır bir sanayileşme sürecine girmiş ve bu süreç adını tarihe "Sanayi Devrimi” olarak yazdırmıştır.

Ancak sanayileşme, hızlı bir kentleşmeyi de beraberinde getirmiştir.

Öyle ki İngiltere’de (Birleşik Krallık) 19.Yüzyıl’ın başlarında yüzde 17 olan kentli nüfusu, yüzyılın sonlarında yüzde 72’ye çıkmış ve bu artış kentsel sorunların da başlangıcını teşkil etmiştir.

Bulaşıcı hastalıklar, kanalizasyon, su, çöp, barınma gibi sorun ve ihtiyaçların giderek arttığı İngiliz Kentleri, bu kentlerde yaşayan emekçilerin çilehanesi haline gelirken; Glasgow, yoksulluğun derinden hissedildiği kentlerin başında gelmektedir. O zamanlara tanık olan Friedrich Engels "İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu” adlı kitabında şu çarpıcı satırları yazar:

"Üç-dört oda bir mutfak olan bu evler, Londra’nın bazı kesimleri hariç, tüm İngiltere’de bir baştan öteki uca işçi sınıfı evidir. Sokaklarda genelde kaldırım yoktur, inişli yokuşlu, pis, çöp ve hayvan pisliği doludur; kanalizasyon ya da atık su kanalı yoktur…

15 Ocak 1844…Pazartesi günü iki erkek çocuk, açlıktan ölmek üzere oldukları için bir dükkândan yarı pişmiş dana bacağını çalıp hemen yedikleri için yargıç önüne çıkarıldılar. Yargıç polis memurundan şu ayrıntılı bilgileri almıştı: Çocukların annesi duldu; kocasının ölümünden sonra dokuz çocuğuna bakmakta güçlük çekiyordu ve oturduğu evde müthiş bir yoksulluk içinde yaşıyordu.

Polis memuru eve gittiği zaman, kadını çocuklarından altısıyla, küçük bir arka odada, sözün gerçek anlamıyla hepsi birbirine sokulmuş durumda bulmuştu; odada oturulacak yeri olmayan eski hasır iskemle, iki bacağı kırık küçük bir masa, kırık bir bardak ve küçük bir tabaktan başka hiçbir şey yoktu.

Ocakta ateşe benzer bir şey görülmüyordu. Yerdeki eski kumaş parçalarından anlaşılıyordu ki, tüm ailenin yatağı buydu.Zavallı kadın, önceki yıl yiyecek alabilmek için karyolasını satmak zorunda kaldığını söyledi. Kısacası her şey, yiyecek bulmak için gitmişti…”

Gerek fabrikadaki ağır üretim şartları, gerek yoğun işçi nüfusu ve buna bağlı olarak ortaya çıkan konut sorunu kentlerin yaşam kalitesini düşürmüştür. Yerel yönetimler; atık sorunu, çöp, kent temizliği, sağlıklı yaşam koşulları gibi sorunların varlığında inisiyatiflerini artırabilmiştir. Hepsinden öte 19. Yüzyıl İngiltere’sinde kentler, bebeklerin öldüğü ve emekçilerin ortalama yaşam süresinin ancak 35 yıl olduğu mekanları ifade ediyordu.

Glasgow’un dönüşümü tam da bu sefalet ortamında başladı.

Öyle ki Glasgow, kamu hizmetlerini ilk "beledileştiren” kent oldu. 1848 yılında başlayan kolera salgını sonrası harekete geçen kent konseyi, kentin ileri gelenlerini ikna etmiş ve böylece 1855 yılında "su hizmeti” beledileştirilmiştir. Bu anlayış 1869 yılında gaz, 1872 yılında ulaşım ve 1890 yılında elektriğin beledileştirilmesiyle devam etmiştir.

Birleşik krallığın bu en büyük ikinci kentine dair 1896 yılında "Glasgow: Belediye Örgütü ve İdarasi” adıyla yayınlanan çalışma, suyun tıpkı hava gibi yaşamın ayrılmaz bir parçası olduğunu ve özel mülkiyete konu edilemeyeceğini, ancak sadece dağıtımı için, her yurttaşın kapısına getirilmesi karşılığında belli bir kiranın söz konusu olabileceğini belirtiyor;

Gaz, elektrik, aydınlatma ve tramvayı bunlardan tamamen ayrı tutarak, bu hizmetlerin talep eden vatandaşların erişimine açık olduğunu, fakat hizmeti talep eden ve kullananın ödeme yapması gerektiğini ifade ediyordu. Yine bu çerçevede doğal tekel olarak görülen bu hizmetler, herhangi bir özel şirket bünyesinin kontrol dışı işleyişine bırakılmazdı.

Sonuçta Glasgow bu niteliği itibariyle "Gaz-Su Sosyalizmi” olarak anılan bir kent oldu.

Gaz ve su eşittir sosyalizm demekten öte piyasada "Services” adıyla bilinen bu "hizmet”lerin ortaya çıkışında kuşkusuz daha o yüzyıllarda "Municipal Socialism” adı verilen ve Türkçesi "Belediye Sosyalizmi” olarak çevirebileceğimiz bu anlayış yatmaktadır.

Nedeni ise basit: Gerek ücretlerde iyileştirme, gerek sigorta, gerek çocuklar için bakımevleri gibi sorunlara yönelik talepleri ve hatta gaz arzını etkileyen kömür fiyatları nedeniyle kömür ocaklarının da beledileştirilmesini isteyen bir işçi sınıfının varlığı ve siyasal eylemliliği…
Fakat bu sınıf işçi olmanın da ötesinde yurttaş bilinciyle hareket etmiş ve bugünkü "kamu yararı” anlayışının oluşmasına zemin hazırlamıştır. Kamu yararı ise "yerel yönetimler” eliyle oluşturulmuştur.

Tam da bugün "Toplumcu Belediyecilik” diye bildiğimiz anlayış…

Yine kentin bazı bölgelerinde, belediye, emziren annelere günlük sterilize süt dağıtmış, belediye fırınları, mezbaha ve itfaiyelerin kurulmasına kadar bir çok hizmet işte bu şehirde hayata geçirildi.

Peki sözü nereye getiriyorum?

Açıkça söyleyeyim:

19.Yüzyılın İngiltere’sinde yaşanan bu değişimi, nihayet 21.Yüzyılın Türkiye’si takip ediyor…

İki yüzyıl geriden de olsa…

Yorum