Bugün, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının tanınmasının 90. yılını kutluyoruz. Bu hak, yalnızca bir yasa maddesi değil; Mustafa Kemal Atatürk’ün, kadını toplumun temel taşı olarak görme vizyonunun bir yansımasıdır. Atatürk, “Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın,” diyerek bir milletin medeniyet yolculuğunun kadının hak ettiği değeri görmesiyle mümkün olacağını ifade etmiştir. Ancak ne acıdır ki bugün ülkemizde ve dünyada kadınların yaşadığı hak ihlalleri, toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri, ayrımcılık ve kadına yönelik şiddet hâlâ en büyük sorunlardan biri olarak karşımızda duruyor. Bu gerçeklik, bu özel günü bir kutlamadan çok bir farkındalık günü olarak görmemizi gerektiriyor. Gerçek bir dönüşüm gerek Türk kadını, Kurtuluş Savaşı'ndan Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar her alanda emek ve fedakârlığıyla bu toprakların kaderini değiştirdi. Ancak bugün ne yazık ki kadının adı, çoğu zaman şiddet, yoksulluk ya da ayrımcılıkla anılıyor. Çalışma hayatında kadınlar hâlâ eşit fırsatlara sahip değil, eğitimde erken yaşta evlilikler nedeniyle okuldan uzaklaştırılan binlerce genç kız var ve en temel hak olan yaşam hakkı bile kadınlar için güvende değil. Kadını “annelik” gibi kutsal bir rolün ötesinde birey olarak tanımayan, ona sadece belli sınırlar içinde bir yaşam alanı çizen zihniyet, toplumu köreltiyor. Oysa kadın, yalnızca bir birey değil, toplumun ilerleyişinin ve dönüşümünün anahtar taşıdır. Kadının güçlü olmadığı bir toplumun güçlü olma ihtimali yoktur. Değişim nereden başlamalı? Kadınların toplumdaki yerini güçlendirmek için öncelikle ve elzem adımlar belli. Eğitim, kadının güçlenmesinin temel taşı. Erken yaşta evliliklerin önlenmesi, kız çocuklarının eğitimden uzaklaştırılmasının engellenmesi ve fırsat eşitliğinin sağlanması, kadınları daha güçlü bireyler haline getirir. Kadın cinayetleri ve şiddeti önlemek için sadece yasal düzenlemeler değil, bunların etkin bir şekilde uygulanması gereklidir. İstanbul Sözleşmesi gibi toplumsal cinsiyet eşitliğini hedefleyen uluslararası anlaşmaların geri kazanılması önemlidir. Kadınların hak ettiği saygıyı görebilmesi için toplumsal zihniyet dönüşümü şart. Medya, eğitim ve kültürel etkinlikler, bu dönüşümü hızlandırmada önemli araçlar. Çalışma hayatında kadınlar için daha fazla fırsat yaratılmalı ve iş yerlerinde ayrımcılık sıfıra indirilmeli. Kadının ekonomik bağımsızlığı, diğer haklarını korumasının şüphesiz ki temeli. Kadın cinayetlerine ve şiddete karşı toplumsal tepki Hemen her gün bir kadının adını, uğradığı şiddet, taciz ya da cinayet haberiyle duyuyoruz. Bu durum, kadınların yalnızca fiziksel olarak değil, aynı zamanda ruhsal ve toplumsal olarak da şiddete maruz kaldığını gösteriyor. Toplum olarak bu olaylara seyirci kalmaktan vazgeçmeli ve güçlü bir tepki göstermeliyiz. Sessiz kalmak, bu düzenin devam etmesine göz yummaktan başka nedir? Kadın cinayetlerine karşı daha kararlı yasalar, etkin cezalar ve toplumsal farkındalık çalışmalarıyla çözüm üretebiliriz. Her birey, komşusunda, iş yerinde, okulda bu farkındalığı yaratmaya öncülük etmelidir. Unutmayalım, bir kadın daha eksildiğinde aslında hepimiz eksiliyoruz. Birlikte inşa edilecek bir dünya Kadınlara eşit haklar sunulduğunda sadece kadınlar değil, şüphesiz tüm toplum kazançlı çıkacaktır. Çünkü kadınlar, eğitimde, bilimde, sanatta ve ekonomide ilerledikçe toplumun da ilerlediğini görüyoruz. Bugün sadece kadın haklarını konuşmakla kalmamalı, aynı zamanda gelecekte bu hakların nasıl korunup geliştirileceğini tartışmalıyız. Bugün, kadın haklarını sadece bir gün anıp geçmeyelim. Kadınların eşit dahası adil, özgür ve güvenli bir şekilde yaşayabildiği bir dünya için çalışmayı, her günümüzün bir parçası yapalım. Unutmayalım ki Türk kadını, yerde sürünmeye değil, omuzlarda taşınmaya layıktır. Ve bu onurlu yeri ona kazandırmak, hepimizin sorumluluğudur. Toplumsal ve ekonomik refah, güçlü bir toplum bilinci, sarsılmaz bir demokrasi arıyorsak bunun ön koşulu muhakkak ki kadının toplumsal statüsünün ebedi tesisi ve güçlendirilmesidir. Kadın ve erkeğin el ele verip adil şartlarda ilerlemediği hiç bir toplum gerçek yükselmeyi elde edemeyecektir. Belki ekonomisi gelişecek fakat toplum yapısı içten çürüyen bir ağaç gibi gün be gün kendini yiyerek çöküşe sürüklenecektir. Dışarıdan sarsılmaz görünen o büyük ağacı kökleri ilk fırtınada toprağından kopacak, gövdesi çatırdayacak ve yıkılıp gidecektir.