Bütün dünyada küresel olarak bazı demografik veriler nüfusun artık azalma trendine girdiğini gösteriyor. İnsanlar artık daha uzun yaşıyor, ancak aynı zamanda daha az çocuk sahibi oluyor. Küresel doğurganlık oranı son 50 yılda neredeyse yarıya inerek kadın başına 2,3 çocuğa kadar düşmüş durumda. Zengin, gelişmiş ülkelerde ise bu oran yaklaşık 1,5 düzeyinde. Nüfusun aynı düzeyde kalması için ise kadın başına çocuk sayısının 2,1 olması gerekiyor. Dolayısıyla, Türkiye dahil pek çok ülkede yüz yılın sonuna doğru bir demografik sorun çıkacağı görülüyor. Azalan doğum oranları, çalışma çağındaki nüfusun azalmasına yol açarak ekonomik bir kriz potansiyeli taşıyor. Bu, sağlık ve emeklilik harcamalarını finanse etmek için daha az işçi anlamına gelir, bu da vergilerin artmasına ve kamu maliyesinin baskı altına girmesine neden olabilir. İnovasyon ve üretkenlik de genç nüfusun azalmasıyla sınırlanabilir. Bu duruma çözüm olarak, bazı ülkeler vergi indirimleri gibi "pronatalist" politikaları öneriyor. Ancak, bu tür maddi teşviklerin etkili olduğuna dair somut kanıtlar bulunmamakta ve hatta kadınların özgür seçimlerini kısıtladığı eleştirileri alıyor. Sorunun bir nedeni ise artık kadın ve erkeklerin giderek bekar yaşamayı tercih etmesi olarak görünüyor. Doğum oranlarının düşmesi, geçmişte çiftlerin daha az çocuk sahibi olmasından kaynaklanıyordu. Bugün ise düşüş, daha az çift olmasından kaynaklandığı görülüyor. Bekarlık oranlarının artması ve evli veya beraber yaşayan çiftlerin azalması doğal olarak doğum oranlarını da düşürüyor. Yapılan çalışmalardaki bulgulara göre, dünya genelinde 25-35 yaş arası gençlerin 1990 yılında yaklaşık yüzde 80'i birlikte yaşama veya evlilik ilişkisi içindeyken, 2024 itibariyle bu oran yüzde 60 düzeylerine inmiş durumda. Üstelik Asya'dan Amerika'ya bu düşüş trendi mevcut. Yani giderek daha fazla insan bekar kalmayı tercih ediyor ve bu da doğal olarak doğurganlık oranlarını düşürüyor. Artan "ilişki durgunluğu", yani bekarların nüfus içindeki oranlarının artması trendi, küresel bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. ABD, Finlandiya ve Güney Kore'den Türkiye, Tunus ve Tayland'a kadar, düşen doğum oranlarının temel sebebi, nüfus içinde bekarlığın artmasının sonucu olarak ortaya çıktığı görülüyor. Yani bundan 70 yıl önce çiftlerin kendi istekleriyle sahip oldukları çocuk sayısını belirlemek yerine, bir ilişki içinde olmamalarından kaynaklanan bir sorun yaşanıyor. Böyle bir durumda da doğum yardımları ve bebekler için verilen teşvikler, bu durumda nüfusu artırmak için bir çözüm üretemeyecektir çünkü, partneri olmayan bireyler için bu durum atı arabaya koşmak gibi olur. Neden neredeyse dünya çapında bir düşüş ve neden şimdi? Bu neredeyse her yerde aynı anda gerçekleşiyor, bu da ülkeye özgü faktörlerden ziyade sınırları aşan geniş değişikliklere işaret ediyor. Olağan şüpheli ise akıllı telefonların ve sosyal medyanın yaygınlaşmasının böyle bir dışsal şoka sebep olabileceği görüşüdür. Bekarlığın artışındaki coğrafi farklılıklar, özellikle kadınlar arasında mobil internet kullanımıyla paralel gidiyor; potansiyel partnerleri değerlendirme ve beklentiler değişiyor. Aynı zamanda, sosyal medyanın liberal değerlerin yayılmasını (özellikle kadınlar arasında) kolaylaştırdığını ve kadın güçlendirmesini artırdığını gösteren araştırmalar da mevcut durumda. Yani, sosyal medya ve internet ile birlikte artık kadınların daha özgür ve bireysel değerler çerçevesinde farklı bir yaşam tarzı istemesi bu trendde etkili olabilir. Ancak, bu durumu tamamen kadınlar üzerinden yorumlamak hatalı olacaktır. Benzer şekilde, erkeklerin de kadınların genel olarak "aşırı gittiğini", "feminizmin çok ilerlediği" görüşünü savunduğu yapılan anket çalışmalarında görülmektedir. Sonuç olarak, belirli mekanizmalar tartışmaya açık olsa da, bekarlığın yaygınlaşması ve doğum oranlarının düşmesindeki rolü, doğum oranlarını artırmak için finansal teşvikler ve diğer politika ayarlamalarının çok daha güçlü sosyokültürel güçlere karşı zorlandığını gösteriyor. Toplumun bunu düzeltmesi için doğal olarak bu durumu, yani artan bekarlığı ve doğum oranlarındaki düşüşü "iyi veya kötü" olduğu yönünde bir değer yargısına sahip olması gerekiyor. Ancak, kanımca bu durumun iyi ve kötü yanlarından hangisinin ağır basacağına yönelik bir durum analizi için çok erken. Kadın ve erkeklerde cinsiyet rollerinin değiştiği ve kadın ve erkeklerin dünyaya bakış açılarının farklılaştığı da apaçık bir gerçek. Bu konu ise başka bir yazının konusu olarak dikkat çekiyor.