Günlük güneşlik pırıl pırıl bir gün… Nuran’la konsere gidiyoruz. Vapur suları yara yara, kentin sembollerinden Sydney Liman Köprüsü’nün altından süzülerek, Opera Evi’ni soluna alıp sağdaki iskeleye yanaştı. Dünyanın dört bir yanından getirilmiş ağaç ve bitkilerle bezenmiş, geniş bir alanda, yukarıdan aşağıya yeşil bir halı gibi yayılan Botanik Bahçesi’nin denize açılan ucundaki, Sydney’in dünyaca ünlü mimarlık ve kültür ikonu Opera Evi’nden yukarıya, Botanik Bahçesi’nin üst ucundaki Konservatuvar Binası’na doğru tırmanırken, günün güzelliğinin müzikle de taçlanarak daha da güzelleşeceğini henüz bilemezdim. Görkemli bir kale tarzındaki bina, 1817 yılında Genel Vali’nin konutu olarak kullanıma açılmış. 1916 yılından itibaren de Avustralya’nın en eski ve prestijli konservatuvarı olarak hizmet veriyor. Bir kültür mirası olarak da koruma altında. Konservatuvarın, güzelliğini sadeliğin getirdiği zerafetinden alan büyük salonunda, piyano eşliğinde dört Alman kadın bestekarın eserlerinden Alman şarkıları dinleyeceğiz. Konserin bizim için en güzel yanı, piyanoda konservatuvardaki tek Türk öğrencimiz, toplumumuzun gururu Teoman Özbakır’ı dinlemek olacak… Konser salonunun tavanına yakın,vitray süslemeli küçük pencerelerden süzülen loş ışıkların boyadığı perili atmosfer ve salonun harika akustiğinde,Teoman’ın tuşların üzerinde dans eden parmaklarının çıkarttığı müzik,soprano kızımızın sesiyle öylesine bütünleşiyor ki kendimizden geçiyoruz… Gencimizle bir kez daha gurur duyduk. Konservatuvar binasının az yukarısında, yine görkemli bir bina: Ulusal Kütüphane… Kütüphaneyi geçince, tarihi dokusuyla büyüleyici Sydney Hastanesi. Onun hemen bitişiğinde de eğer bilmiyorsanız önünden farketmeden geçip gideceğiniz iki katlı sade bir bina: Parlamento… Opera, konservatuvar, kütüphane, hastane. Biraz daha ötede yine muhteşem Avustralya Müzesi… Görkemli tüm yapılar; sanat, kültür, müze, kütüphane, sağlık binaları. Sade ve gösterişsiz olanı ise parlamento. Türkiye’yi düşündüm. Bilmem kaç odalı Sarayı… İtibar!.. İtibardan tasarruf mu olurmuş!.. Saymayayım; eğitimden sağlığa, adaletten insan haklarına hepinizin yaşayarak bildiği sıkıntılar. Bunlar önemsenmese de, ekonomik zorluklar ve işsizliğin götürmeyeceği iktidar yok denir. Eee…Tencere de boş. Yine de kamuoyu yoklamalarında, iktidarın oyu ana muhalefetin oyundan ya az fazla ya da az eksik!.. Tamam… İktidar hemen tüm basın yayın kuruluşlarını kontrol ederek halkı yönlendirmek için elindeki tüm olanakları kullanıyor… Tamam… Sokaktaki insanından gazetecisine, öğretim üyesinden sanatçısına, işçi sendikası yöneticisinden, işveren yöneticisine iktidarı eleştirenlerin başına nelerin geldiğine tanık oluyoruz… Sizce ‘Silivri’,sadece İstanbul’un bir kazasının ismi mi?.. Tamam. Ana muhalefet yeterli güveni vererek kitleleri yeterince etkileyemiyor. Konser sonrası bir Kafe’de oturup, bunu konuşurken Nuran hepinizi bildiği dizeleri mırıldandı: “Ve bu dünyada bu zulüm senin sayende Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer Ve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak Kabahat senin Demeğe de dilim varmıyor ama kabahatın çoğu senin canım kardeşim…”(Nazım Hikmet) Düşündüm. Tamam kabahatın çoğu ‘canım kardeşimde de … Neden? ‘Canım Kardeşim’ neden böyle davranıyor?.. Katılır ya da katılmazsınız ama Türklerin davranışındaki olumlu özelliklerinin yanında şunlar da dile getiriliyor: “Türk…yoksulluğa katlanmada, hiç bitmeyecek gibi görünen sıkıntılara dayanmada hiçbir şey yapmadan durabilir.”(Mikusch) “Türk halkının çoğunluğu esneklikten yoksun, baskıcı bir eğitimle yetişir. Çoğunluğu başta devlet korkusu olmak üzere…birçok korkuyla çevrilmiştir, nemelazımcıdır. Toplumsal sorumluluk duygusu zayıftır.”(Ergun) “Başarının kaynağını bilgi, ehliyet ve yetkinlik yerine etkili bir çevreye sahip olmakta görür… Azimden çok şansı önceler…Daha çok söylemez, söylenir… Sorumluluğu almak yerine kendi dışındaki güçlere yükler…(Toktamışoğlu) “Olayları değerlendirirken derinlemesine analiz yapmak yerine, yüzeysel tartışır ve kişiselleştirir. Davranışlar ‘biz ve onlar’ olgularına göre yapılandırılır.’’ (Tezcan) “Türk insanı birbiriyle ilkelerle değil, sembollerle kavga eder… Bugün göklere çıkarılan ertesi gün beş para etmez olabilir’’ (Tekinalp) (Türk Sosyal Karakteri Üzerine Kuramsal Bir Çalışma/İbrahim Zeyd Gerçik) Başka yolu var mı?.. İyiye ve güzele ‘canım kardeşim’i ikna ederek varacağız. Güzel günleri göreceğiz, motorları maviliklere süreceğiz. İnanıyorum…