17 Aralık 2024, Salı Yeni Haber
Haber Girişi : 16.08.2024

Merkez Bankası’nı zor günler bekliyor

Ekonomide temel göstergelere bakıldığında uygulanan sıkı para politikalarının artık etkilerini göstermeye başladığını gözlemliyoruz. Öncü göstergelere göre artık ikinci çeyrekten itibaren ekonomik büyümenin sıfır civarında gerçekleşeceği anlaşılıyor.

Ekonomide temel göstergelere bakıldığında uygulanan sıkı para politikalarının artık etkilerini göstermeye başladığını gözlemliyoruz. Öncü göstergelere göre artık ikinci çeyrekten itibaren ekonomik büyümenin sıfır civarında gerçekleşeceği anlaşılıyor. Sanayi üretiminde ve ticaret satış hacminde gerilemeler var. Cari açık azalıyor ve işsizlik oranında hafif de olsa artışlar başlamış görünüyor. Bu göstergelerin anlamı ise ekonominin  konjonktörel olarak durgunluğa doğru yönelmesi. Bir kaç istisna yıl hariç son 22 yılda sürekli büyüyen ekonomi için bu oldukça sancılı bir sürecin habercisi gibi görünüyor.

Diğer yandan enflasyon gibi önemli bir sorun halkın canını yakmaya devam ediyor. TUİK’in açıkladığı yıllık enflasyon yüzde 60’lar seviyesinde. Halkın hissettiği enflasyon ve geleceğe ilişkin beklediği enflasyon çok daha yukarılarda. Dünyada enflasyon oranında ilk bir kaç ülkeden birisiyiz. Bununla beraber konut piyasasında küçük de olsa canlanma belirtileri varken, PMI endeksi de düşüş içinde.

Bütün bu gelişmelerle beraber, FED’in Eylül toplantısında faizi düşüreceği artık kesin gibi. Temel beklenti 0,25 puanlık düşüş olsa da, 0,50 puan da masada. Artık TCMB de yaklaşık 1 senedir uyguladığı yüksek faiz politikasında kritik dönemde bir eşiğe gelmiş gibi görülüyor. Ekonomide durgunluk pahasına yüksek faizle devam mı edecek; yoksa faizi düşürerek piyasalarda canlanmayı mı teşvik edecek. İşin zorluğu da burada başlıyor. Faizi düşürmek, yüksek enflasyona boyun eğmek anlamına gelirken, yüksek faiz ise ekonomik durgunluğa ve işsizliğe çözüm üretememek anlamına geliyor.

Yazılarımızı ve süreci yakından takip eden okuyucularımızın da bildiği gibi, böyle bir ikilemde kalmak zorunlu değildi, ancak uzun yıllardır uygulanan politikaların ekonomiyi getirdiği durum bu oldu. Piyasalar, son 20 yıl ucuz kredi genişlemesiyle hayali bir refah dönemi yaşarken,  bir kredi bağımlılığı ortaya çıktı. Kredisiz kimse iş çeviremez haline geldi. Bu durum son 5 yılda finansal sistemi zorladı ve döviz piyasalarında krizler ortaya çıktı. Artık döviz rezervlerinin tükendiği ve sistemin patlamaya yakın bir noktaya geldiğinde yeni ekonomi yönetimi, dövizdeki sıkıntıyı giderebilmek için yüksek faiz uygulamaya başladı. Öncelik önce finansal sistem üstündeki baskıyı kaldırmak, sonra da reel ücretlerin baskılanmasıyla enflasyonu düşürmek üstüne kuruluydu.

Ancak bu döngünün, stagflasyon gibi bir sorun karşısında çözüm üretme kapasitesi oldukça düşük görünmekte ve yeni çözüm arayışlarını gündeme getirmesi kaçınılmaz olmakta. Öncelikle ekonomik gücün temelinin üretim ve tasarruf olduğunu, bunun içinde tek başına faize dayalı bir para politikasıyla mümkün olmadığının anlaşılması gerekiyor. Üretim kapasitesi artırılmadkça, konjontör politikalarının sadece günü kurtarmaya yaradığını, er veya geç sistemin başka noktalardan patlayabileceğini tarih bize açık bir şekilde gösteriyor. Üretim kapasitesini artırmak için ise toplumsal uzlaşı içinde yeni bir paradigma çerçevesinde artık yeni küresel ekonomik düzene uygun ulusal stratejiler gerekiyor. Böyle bir paradigma değişikliği olmadığı sürece, faizin inip çıkmasının kimsenin sorununa çare olmayacağını da kabul etmek gerekiyor.

Yorum