11 Nisan 2025, Cuma Yeni Haber
Haber Girişi : 2.07.2024

Sığınmacılar, Toplum ve Ekonomi

Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle yüz yıllardan bu yana Doğu ile Batı arasında, insan ve ticaret akışının odak noktasında olmuştur. Bu coğrafi konumun getirdiği avantajlar olduğu kadar, sıkıntı ve sorun yaratacak potansiyeli de olduğu bilinen bir durumdur. Ülkemiz esasen göç akımlarına yabancı da değildir. Osmanlı'nın gerileme döneminde topraklar kaybedildikçe Balkanlar'dan ve Kafkaslardan sürekli bir göç akışı olmuştur. Ancak bu tür kaybedilen t

Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle yüz yıllardan bu yana Doğu ile Batı arasında, insan ve ticaret akışının odak noktasında olmuştur. Bu coğrafi konumun getirdiği avantajlar olduğu kadar, sıkıntı ve sorun yaratacak potansiyeli de olduğu bilinen bir durumdur. Ülkemiz esasen göç akımlarına yabancı da değildir. Osmanlı’nın gerileme döneminde topraklar kaybedildikçe Balkanlar’dan ve Kafkaslardan sürekli bir göç akışı olmuştur. Ancak bu tür kaybedilen topraklardan gelen göç akışını, mülteci olarak tanımlayan bazı kesimlerin anakronizm içinde yanlış bir düşünce içinde olduğunu vurgulamak gerekir; zira gelenler bir dış göçten ziyade iç göçtür ve çoğunlukla Türk asıllıdır.

Kültürel ve etnik olarak bize yabancı ilk göç dalgası, Suriye savaşıyla 2013 yılında kitlesel olarak milyonlarca Suriyeli Arap nüfusun ülkemizdeki şehirlere yayılmasıyla başlamıştır ve halen de devam etmektedir. Suriye’lilerin peşi sıra yine sayıları milyonları bulan Afganlar şehirlerimize yayılmıştır. Sadece 10 yılda sayıları milyonları bulan böyle bir göç dalgası dünyanın her ülkesinde soyal, kültürel ve ekonomik stres yaratır ve ülkemizde de önemli ölçüde bir hoşnutsuzluk gözlemlenmektedir. Bu hoşnutsuzluğun nedenlerini ve mevcut durumdan çıkış yollarını bulmak toplumsal barış ve huzur için son derece önemlidir.

Göç, sanılanın aksine sadece olumsuzlukları beraberinde getirmez. Özellikle ekonomik açıdan faydaları da vardır. Göçle gelen insanların bir böllümü sermayelerini de getirirler ve burada üretime ve/veya tüketime yönelik harcamalarıyla ekonomik hayata katkıda bulunurlar. Ayrıca gelen nüfus işgücü açısından da bizim gençlerimizin çalışmak istemediği işlerde ve ücretlerde üretim sürecine dahil olarak refahı yükseltirler. Ancak tüketim ve talep üzerinde de yükseltici bir etki olacağından enflasyonist eğilimler de kısa dönemde ortaya çıkacaktır. Ayrıca nüfus artışımızın durması ve büfusun giderek yaşlanmadı; doğurganlık oranının 1.5 seviyelerine düşmesi, ekonomik olarak işgücü açığımızın daha da artacağını göstermektedir.

Ekonomik etkenler her ne kadar önemli olsa da, siyasi tartışmalar duyguları harekete geçirmek üzerine kurulur ve ekonomik gerekçeler duygusal tartışmalarda ön plana çıkarılmak istenmez. Duygusal boyutta ise en önemli argümanlar , kültürel uyuşmazlık ve kimlik üzerine kurulur. Gerçekten de kimlik ve siyasi kültürel aidiyet kadar baskın bir demagojik unsur bulmak zordur. Bu tartışmalar sadece bizde değil, Batılı ülkelerde de aynı düzlemde yürütülür. Avrupa yaklaşık 60 yıldır göç almaktadır ve göçle gelen insanlar 3. ve 4. nesilde halen entegre olamamışlardır. Kanımca ülkemizde de göçle gelen insanların bir kaç nesil içinde entegre olacağını düşünmek fazla bir iyimserliktir. Her türlü politikamızı bu entegrasyonun gerçekleşmeme ihtimalini de göz önünde bulundurarak oluşturmamız gerekir. Avrupa’daki gibi birbirleriyle sınırlı etkileşimi olan ve paralel topluluklar halinde yaşamamız daha olasıdır.

Toplumumuzu rahatsız eden diğer bir önemli unsur ise sığınmacılara pozitif ayrımcılık yapıldığı düşüncesidir. Sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanılması, vergi vermemeleri ve kamusal hizmetlerden faydalanmaları, çocuk-aile ve diğer sosyal yardımlardan orantısız şekilde faydalandıklarına yönelik haberler, doğal olarak vergi ödeyen vatandaşlarda negatif düşüncelerin oluşmasına neden olmaktadır. Kanımca siyasi iradeye düşen en önemli görev de buradadır. Eğer ki söylendiği gibi göç eden insanlar burada kalıcı olacaksa toplum vicdanını zedeleyecek ayrımcılıkların olmaması gerekir.

Ayrıca diğer bütün alanlarda olduğu gibi, hukukun üstünlüğünün sağlanması, kamu düzenini bozanların ve suça karışanların her şekilde cezalandırılmaları, toplum vicdanı için rahatlatıcı bir unsur olacak ve sığınmacılar olsa da olmasa da kamusal huzurun garantisi, yasaların etkin bir şekilde düzenlenip uygulanmasındadır. Sığınmacılar meselesinin önümüzdeki dönemlerde de çokça gündem olacağı aşikardır. Bu sorunu toplumsal zıtlaşma konusu yapmak yerine, toplumsal uzlaşmanın temel şartlarını ortaya koymak ve bu çerçevede sorunu ele almak hepimiz için faydalı olacaktır. Bunun için de bu meseleyi fanatizmden ve populizmden uzak, akılcı ve bilimsel bir zemine taşımak gerekir.

Yorum