Türkiye’de enflasyon ve tatil yerlerindeki fahiş fiyatlar vatandaşlarımızı alternatif rotalara yönlendirmekte. Yunan adalarının kapıda vize uygulamaya başlamasıyla yerli turistler için önemli bir turizm destinasyonu olan bu adalara gidenler de sürekli fiyatların Türkiye sahillerine göre çok daha ucuz olduğunu vurgulamakta. Sadece fiyatlar değil hizmetin ve gıdanın kalitesi de ayrıca dikkat çekmekte ve bu adalarda çok daha ucuza daha kaliteli bir tatilin mümkün olduğu görülmekte.Aslında sadece Yunan adalarına göre değil, mesela Almanya’ya göre bile ülkemizin daha pahalı olduğu görülebilir. Açıkçası Türkiye’den daha pahalı tatil yapılan bir yer var mı merak konusu. Peki böyle bir pahalılık nasıl mümkün oldu? Bu üzerinde iktisadi açıdan tartışmaya değer bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Her şeyden önce her ne kadar maliyetler son yıllarda sürekli artsa da, halen özellikle ücretler ve emek maliyetleri açısından Türkiye fiyat avantajına sahip. Asgari ücretler Avrupa ortalamasının yarısı düzeyinde bile değil. Diğer maliyet unsurlarında mesela gıda fiyatlarında ise ürüne göre avantajlı olunan ürün grupları değişiyor. Kiralarda da çok yüksek artışlar olsa da ortalama kiralar Avrupa düzeyinin çok üzerinde değil. Kısaca maliyet artışları her ne kadar etkili olsa da, tek başına bu farkı açıklamaya yetmiyor.Fiyat artışlarının ve Avrupa’ya göre bile daha yüksek fiyatların mikro iktisadi analizine girecek olursak sorunun nereden kaynaklandığını daha iyi görme imkanımız var. Rekabetçi bir piyasa ile rekabetçi olmayan bir piyasa arasındaki en önemli fark, ikincisinde işletmelerin fazla müşteri kaybetmeden fiyatları yükseltebilme kabileyetidir. Rekabetçi bir piyasada bu imkan çok düşüktür. Esas olarak en yüksek fiyat artışlarının görüldüğü sektör de dış rekabete kapalı olan hizmet sektöründe (Restorant, otel, gibi) görülmektedir.Sadece dış rekabete kapalı olması değil, içsel faktörler de hizmet sektörünü diğer sektörlerden ayrıştırmaktadır. Bu sektördeki işletmelerin bir birleriyle de rekabet derecelerinin düşük olduğu görülmektedir. Ürün/Hizmet farklılaştırmasına sıkça başvurdukları görülmekte ve bunun da kendi tüketici kitleleri üzerinde bir tekelci güce sahip olmaları sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Hizmet sektöründe ‘ilgili pazar/relevant market’ bölge bölge hatta kasaba kasaba tanımlanması gerekir. Bu da aslında birbirleriyle rekabeti engelleyici uygulamaları çok rahat gerçekleştirebilecekleri anlamına gelir. Diğer bir faktör ise gelir dağılımında bozulma ile birlikte hizmet sektörünün bel kemiği olan orta sınıfın ülkemizde oldukça zayıflamasıdır. Sosyo-kültürel tarihçi bakışla toplumumuzda tatil yapan, dışarıda yemeğe çıkan grup orta ve üstü gelire sahip olanlardır. Alt sosyo-kültürel grupta böyle bir davranış kalıbı ortaya çıkmamıştır. Doğal olarak hizmet sektörü de fiyatlama stratejilerini bu üst gruba yönelik oluşturmaktadır. Artık az sayıda tüketiciye hitap eden işletmeler iki nedenle fiyatlarını yükseltebilir. Birincisi tüketici azaldıkça birim maliyetlerin artması, ikincisi ise yüksek gelir grubunun fiyat artışları karşısında duyarsız olan talep özellikleridir. Bu duyarsızlığın da boyutu da rekabet azaldıkça artacaktır. Avrupa’da ise dışarda yemek, tatil yapmak gibi hizmetler bütün toplum kesimlerince kullanılan hizmetler olduğundan, rekabet çok yüksektir ve bireysel işletme talebi çok esnektir. Son olarak önemli bir makro faktörün de etkisi yadsınamaz. Türk Lirası son yıllardaki en değerli seviyesine ulaşmış durumda. Bu da yurt içi fiyatları, yurt dışına göre daha pahalı hale getirmiştir. Turizmde fiyat avantajı ülkemiz için yıllardır itici güç olmuştur. Bunun için makro düzeyde kur politikası, mikro düzeyde ise rekabet artırıcı önlemler ve en önemlisi yeniden orta sınıfın güçlendirilmesi son derece önemlidir.