"Alır beni yollar Beni alır gider…” (A.İlhan)Bir kez daha yol ve yolculuk.Kaba bir hesapla aya iki kez gidip dönmüşüm…Bu uzun yollara daha ne kadar dayanırım bilemiyorum.Gerçi doğumdan son nefese yaşam da bir yol ve yolculuk değil mi?.. "Uzun ince bir yoldayım Gidiyorum gündüz gece” (Aşık Veysel) Uzun yolun bir iyiliği de var.Zaman bol,bir de uyuyamıyorsanız yol boyunca içsel bir yolculuğa da çıkıyorsunuz.Yaşam tüm gerçekliğiyle gözünüzün önünden akıp geçiyor.Yol,sizin yaşam yolculuğunuza da dönüşüyor. "Sesimde anıların sessizliği … Sonunda bir soru gibi kaldım yine kendimle….” (H.Ergüden) Yol…‘Karada,havada,suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık…’Ama aynı zamanda, ‘bir amaca ulaşmak için başvurulması gereken çare…’(TDK)Avustralya’ya ilk yolculuk,bu iki anlamın birlikteliğiydi:12 Eylül 1980 faşist darbe sonrası…Her yerde fotoğrafım asılı,aranıyorum.(Niçin?Nedir suç?Eğitimin ve toplumun demokratikleştirilmesini istemek…Bir öğretmen ve yurtsever olarak bu doğrultuda örgütlü bir mücadele yürütmek…Baskısız,sömürüsüz,özgür,adil bir yaşam;aydınlık bir ülke ve gelecek için çabalamak…)Üstüne üstlük,tam da o günlerde Nuran’ın açık kalp amaliyatı zorunluluğu ve o dönemde bu ameliyatı yapabilen iki doktordan biri olan Dr.Siyami Ersek’in ameliyatın Türkiye’de yapılamayacağını,hastayı kurtaramayacağımızı söyleyip,Avustralya’da Dr.Chang’i önermesi…Avustralya’ya kırılan rota…Uçaktayım.Pakistan Hava Yolları’nın külüstür bir uçağı…(En ucuzu oydu.Bu yüzden de havada motoru bozuldu.Zorunlu iniş yapacağımız söylendi.İndik.Nereye mi?Sri Lanka’nın başkenti Colombo imiş!..)Cebimde 100 dolar para ve rahmetli babamın "gurbette bir gününü kurtarsa yeter…”diyerek zorla cebime sıkıştırdığı,üzerinde Atatürk kabartması bulunan altın şövalye yüzük…Bir bilinmeze açılan yelken…O bilinmezin içinde çırpınış…Çaresizlik içinde bir umuda sarılış…İçimde patlayan bombalar…Kemiklerim mi çatırdıyor?Kolum kanadım mı kırılıyor?Yüreğim yerinden mi çıkıverecek?..(Kronik kalp rahatsızlığım o günlerin mi mirası?..)"Uçurum kıyısında incecik bir yol Gider dolana dolana…” (A.Arif) Umuda sarılalım da…Hastane? Ameliyat?Neyle?..Hangi parayla?Kalma,çalışma hakkı? İş?Hangi dille?Nerede,nasıl barınacağız?..Ya Türkiye’de kalan,nine ve dedeye emanet edilen,iki ve beş yaşlarındaki iki kızımız?..(Faşist Cunta evlatlarımızı elinde rehin tuttu.Avustralya parlamentosunun minnet duyduğum çabaları sonucu,ancak dört yıl sonra anne ve babalarına kavuştular,bağrımıza basabildik…)"Yunus yana yana yürüdüydü, Mevlana döne döne. Bense kana kana yürüdüm.” (H.Yavuz)İlk barınma…Kalanların neredeyse tamamının Avustralya yerlileri Aborginler olduğu bir han…(Haftalığı 20 dolar…)Zaman…Her şeyin ilacı…Sorunlar öyle ya da böyle çözüldü…Kış bitti,bahar geldi…Tamam,zorluk ve acılar çekildi…İzi kaldı mı? Kaldı…Ama ya artıları?..Farklı kültürlerle tanışıp kaynaşma…Kişisel gelişimi ve kültürel birikimi zenginleştirme…Olaylara daha geniş bir boyuttan bakmaya katkı…Zaten ‘yol’, ‘aramak’ anlamı da taşımıyor mu?..Arayışımız bitmediği sürece ne yol bitecek ne de yolculuk.İlk geliş çok gerilerde kaldı…Artık yolculukta her biniş sevdiklerinden ayrılmanın hüznü olduğu kadar her iniş de sevdiklerine kavuşmanın mutluluğu…Türkiye’den,İzmir’den; kardeş,akraba ve dostlardan ayrılış ve çocuklara,torunlara,dostlara kavuşma…Ya da tersi…Hazanla bahar iç içe…Sydney havaalanında küçük kızım Ürün karşılıyor bizi…Sarılıp kucaklaşıyor,öpüşüp koklaşıyoruz…Muammer Toprakcı