03 Mayıs 2025, Cumartesi Yeni Haber
Haber Girişi : 2.05.2025

Yüksek Faiz Politikasının Sınırları ve Yan Etkileri

Türkiye ekonomisi, 2025 Mayıs ayına derin bir ekonomik sıkışmayla beraber girmiş bulunuyor. Yüksek faiz politikalarının talep üzerindeki baskısı, üretimdeki daralma, gelir adaletsizliği ve dış ticaret dengesizlikleri, mevcut tabloyu net bir şekilde ortaya koyuyor. Politika faizi %46, fiili faiz ise %49 seviyesinde seyrediyor. Bu oranlar, oldukça yüksek.

Türkiye ekonomisi, 2025 Mayıs ayına derin bir ekonomik sıkışmayla beraber girmiş bulunuyor. Yüksek faiz politikalarının talep üzerindeki baskısı, üretimdeki daralma, gelir adaletsizliği ve dış ticaret dengesizlikleri, mevcut tabloyu net bir şekilde ortaya koyuyor. Politika faizi %46, fiili faiz ise %49 seviyesinde seyrediyor. Bu oranlar, oldukça yüksek. Ancak politika yapıcıların görmezden geldiği bir gerçek var: Para politikası bir "fine-tuning" aracıdır, temel bir politika değildir. Derin ve yapısal sorunları yalnızca para politikasıyla çözmeye çalışmak, büyük zararlara yol açıyor. Yüksek faiz politikası, ekonomik sorunları hafifletmek yerine dengesizlikleri derinleştiriyor ve toplumsal refahı tehdit ediyor.

TCMB’nin uyguladığı fiili faiz, Aralık 2024’te faiz indirimi öncesi seviye olan %49’a geri dönmüş durumda. 2015-2023 yılları arasında reel faizler genelde sıfırın altında seyrederken, 2023 sonrası sert bir yükselişle %10’un üzerine çıkmış. Politika faizi %46 iken fiili faiz %49’a ulaşarak ekonomik aktiviteyi yavaşlatmayı hedefliyor. Amaç, talebi kısarak enflasyonu kontrol altına almak. Ancak bu yaklaşım, ülkenin %70’inin yoksulluk sınırı etrafında yaşadığı bir ortamda, en çok dar gelirli kesimi vuruyor. Yüksek faiz, varsıl kesimin talebini (örneğin ev veya hisse alımı) sınırlı ölçüde etkilerken, yoksul kesimin temel tüketim talebini (gıda gibi) doğrudan baltalıyor. TCMB’nin net döviz alımları, son dönemde negatife dönerek rezervlerde ciddi bir erimeye işaret ediyor. Bu, yüksek faiz politikasının döviz talebini baskılama hedefinde de başarısız olduğunu gösteriyor.

Kapasite kullanım oranları, Covid-19 dönemindeki seviyelere gerileyerek arz tarafında ciddi bir daralma yaşandığını ortaya koyuyor. İSO PMI verilerine göre, tüm sektörler kötümser bir tablo çiziyor. Tekstil sektörü, 2024 Ağustos’tan beri en düşük seviyesine inmiş; gıda hariç tüm sektörlerde üretim ve istihdam daralıyor. Girdi maliyetleri artarken (özellikle gıdada son 6 ayın en yüksek düzeyine ulaştı), tekstil gibi sektörler bu maliyeti fiyatlara yansıtamayıp zarar etmek ya da üretimi Mısır gibi ülkelere kaydırmak zorunda kalıyor. Arz-talep dengesizliği, enflasyonu körükleme riskini artırıyor; çünkü arz tarafındaki kırım,  firmaları daha fazla baskı altına sokuyor.

Sepet kur ve fiyat endeksi (2021 Ocak=100) hızla yükseliyor; ITO Fiyat Endeksi 700’ü, döviz kuru ise 400’ü aşmış. TCMB, döviz kurundaki artışı enflasyonun altında tutarak, hem dövize olan talebi azaltmayı hem de döviz kuru artışlarının enflasyonu artırmasının önüne geçmek istiyor. Ancak, bu durum hem dış ticaret açıklarının artmasına, hem ihracata yönelik tekstil gibi sektörlerin gelir-maliyet dengelerinin bozulmasına hem de TCMB’nin önemli br miktar rezerv satmasıyla zaman zaman sonlanabiliyor. Döviz kurunu baskılamak için ödenen yüksek faiz de bu politikanın başka bir toplumsal maliyeti olarak karşımıza çıkıyor. 

Uzun süreli yüksek faiz politikası gelir eşitsizliğini de derinleştirerek sosyal bozulmalara da yol açıyor. 25 milyon TL’lik TL mevduatın aylık net getirisi 1 milyon TL civarında, kredi kartlarıyla gününü çeviren vatandaşlar ise 50 bin TL borcuna karşılık ayda yaklaşık 3 bin TL faiz ödüyor. Tıpkı KKM (Kur Korumalı Mevduat) nasıl gelir adaletsizliğini artırıyorsa, mevcut yüksek faiz politikası da birikim sahiplerini daha zenginleştirerek benzer bir etki yaratıyor. Aylık reel getiri %1 seviyesinde olmasına rağmen, “dolar talep etmemek için daha yüksek faiz” talebi, gelir eşitsizliğini derinleştiriyor. Bu durum, ekonomik adaletsizliği körükleyerek toplumsal gerilimleri artırıyor. Ayrıca bu türden yüksek faiz, politikanın temel amacı olan parasal sıkılaştırmayı da engelliyor. Para piyasası fonlarının yüksek getirisi TCMB’nin ters repo işlemleriyle ödenirken, doğrudan parasallaşmaya yol açan bir unsur oluyor.

TÜİK verilerinden hareketle, dış ticaret açığının da, Temmuz 2023’ten beri en yüksek seviyesine ulaşarak aylık 12 milyar USD, yıllık 86,6 milyar USD olduğunu görüyoruz. Altın ithalatı, 2023 Ağustos’tan beri en yüksek düzeyde (2,19 milyar USD). Tüketim malı ithalatı artarken (toplam ithalatın %69,5’i), yatırım malı ithalatı düşüyor. Hammadde ithalatı ise halen kendi ortalamasının altında görünüyor. Tüketim odaklı bir ithalat yapısı, uzun vadede ekonomik büyümeyi ve sürdürülebilirliği baltalıyor.

Politika faizi %46 ve fiili faiz %49 gibi yüksek seviyelere ulaşmışken, para politikasının sınırları açıkça görülüyor. Para politikası, ekonomik dalgalanmaları dengelemek için ince ayar (fine-tuning) yapma aracıdır; ancak Türkiye’nin yaşadığı sorunlar yapısal ve derindir. Yüksek işsizlik, gelir adaletsizliği, üretimde daralma, dış ticaret açığı ve döviz kuru baskısı gibi temel sorunlar, yalnızca faiz artırımıyla çözülemez. Bu tür bir yaklaşım, ekonomik aktiviteyi aşırı yavaşlatarak resesyon riskini artırır. Yüksek faiz, talebi kısmada etkili olsa da, bu baskı en çok dar gelirli kesimi vuruyor ve gelir eşitsizliğini derinleştiriyor. Ayrıca, yüksek faiz politikası, TCMB’nin ters repo işlemleriyle parasallaşmayı artırarak enflasyonist baskıyı dolaylı yoldan körüklüyor. Bu, para politikasının kendi içinde bir çelişki yarattığını gösteriyor: Enflasyonu düşürmek için alt gelir gruplarının talebi kısılsa da, parasallaşma ve servet etkisi enflasyonu yeniden tetikliyor.

Yaklaşık iki yıl gibi uzun bir süredir uygulanan yüksek faiz politikası, kısa vadede enflasyonu kontrol altına almada sınırlı bir etki yaratırken, uzun vadede ekonomik büyümeyi, üretimi ve toplumsal refahı ciddi şekilde tehdit ediyor. Türkiye’nin derin yapısal sorunları, para politikasıyla değil, kapsamlı bir reform paketiyle ele alınmalı. Üretim odaklı politikalar, gelir adaleti sağlayacak vergi reformları, ihracatı artıracak teşvikler ve yatırım malı ithalatını destekleyecek adımlar atılmalı. Aksi halde, derin bir resesyon riski ve toplumsal refah kaybı kaçınılmaz hale gelebilir. Tüketim odaklı bir ekonomi yerine, yatırım ve üretim temelli bir yapıya geçiş, sürdürülebilir bir gelecek için elzem görünüyor.

Yorum