Ancak ülkemizde engelliler günü, uygulanan yanlış şehirleşme politikalarının bir tezahürü olarak hepimize yanlışlarımızı hatırlatacak bir gün olmalı. Nerede yanlış yapıyoruz derseniz, şu kadarını bilmekte fayda var ki yolda sokakta, otobüste, metroda, okulda ne kadar engelli görüyoruz bir düşünmemiz gerekiyor. Oysa ülkemizdeki engellilerin toplam nüfus içindeki payı yüzde 10 ile 15 arasında olduğu tahmin ediliyor. Bu orana göre yolda rastladığımız yaklaşık her 10 kişiden birinin engelli olmasını bekleyebiliriz. Ancak bu çok da rastladığımız bir durum değil. Şehirlerimiz, okullarımız, yollarımız, sokaklarımız, otobüslerimiz engellilerin kullanımına uygun değil. Bu yüzden yaklaşık 10 milyon engelli vatandaşımız dört duvar arasında evlerde sıkışıp kalıyor. Bunun temel nedeni şehirleşme anlayışımız ve genel olarak toplumsal duruşumuz ile ilgili. Şehirlerimiz en güçlünün önünü açmaya ve en güçlüyü rahat ettirmeye yönelik. Oysa Batı'daki anlayış, en az avantajlı, en dezavantajlı birey ve grupların çıkarlarını korumaya yönelik. O yüzden Avrupa'daki şehirlerde engellilerin rahatça toplumsal hayata karışabilmeleri için pek çok fiziksel kolaylık düşünülmüş. Sadece bisiklet yollarını görenler dahi bu anlayış farkını kolaylıkla idrak edeceklerdir. Oysa bir de yaşadığımız şehirleri gözünüzde canlandırın. Her hangi bir fiziksel engeli olmayanların bile yürümekte zorlandığı, kaldırımlarının işgal edildiği, engelli rampalarının dik ve dar olduğu, bazı yerlerde bunların dahi olmadığı hepimizce malum. Bebek arabasıyla bile çarşıda dolaşmak imkansız. Bunun yanı sıra pek çok yerde de uygunsuz trafik levhalarının, ağaçların, elektrik direklerinin kaldırımlarda geçişleri nasıl engellediğini hepimiz görmekteyiz. Toplu ulaşım ise ayrı bir dert olarak karşımıza çıkıyor. Gerek metroda gerekse otobüslerde engellilere uygun ne oturma düzeni ne de iniş biniş olanakları mevcut. Oysa engellilerin önemli bir kısmı maddi imkanları olsa da olmasa da fiziksel engellerinden dolayı toplu ulaşım araçları kullanmaya mecbur. Mağazaların ve marketlerin de yine gerek kapıları gerekse mağaza düzenleri yardım almadan engelli bireylerin kullanımına uygun değil. Engellilerin gündelik yaşama daha katılabilmelerini sağlamak onlara iyilik yapma anlamında da düşünülmemeli. Bu onların zaten hakkı. Ayrıca engelli bireyler toplumsal yaşama katıldıkları ölçüde ekonomik bir güç ve sosyal bir zenginlik unsuru oldukları unutulmamalı. Kentsel planlama, toplumsal bilinçlendirme ve erişilebilirlik düzenlemeleriyle bu sorunların çoğunun üstesinden gelinebilir. Ancak düşünce tarzımızı değiştirip, şehirlerimizi en güçlüye göre değil en az avantaja sahip olanlara göre dizayn etmeye odaklanırsak, sadece engelliler için değil tüm toplumun huzuru için önemli bir adım atmış oluruz. Birlikte uyum içinde yaşayabilmenin olmazsa olmaz kuralı da budur.