Jean Baudrillard, Fransız bir düşünür, geçen yüzyılın en ilginç isimlerinden biriydi. 1929’da doğup 2007’de aramızdan ayrılan bu sosyolog, bize “gerçeklik” dediğimiz şeyin modern dünyada nasıl kaybolduğunu anlattı. Ona göre, işaretler ve semboller gerçekliği yeniden üretirken, bir noktada yerini “hipergerçek” denen bir evrene bırakıyor; yani gerçeklikten daha gerçek görünen, ama özünde yapay bir dünyaya. Peki, bugün yapay zekâ (YZ) tam da bu teorinin bir yansıması değil mi? ChatGPT’ler, görüntü üreten algoritmalar, sanal gerçeklikler… Acaba Baudrillard haklı mıydı, yoksa bu fikir biraz abartılı mı? Gelin, YZ’nin serüvenine onun gözünden bakalım ve bu soruya bilim kurgu filmleriyle birlikte yanıt arayalım. Başlangıç: Makine İnsan Olursa Baudrillard, simülasyonun ilk aşamasında bir işaretin gerçek bir şeyi temsil ettiğini söyler. YZ’nin 20. yüzyıl ortalarındaki doğuşu tam da buna denk gelir. Alan Turing’in “Makine düşünebilir mi?” sorusuyla başlayan bu hikâye, YZ’yi insan zekâsının bir kopyası yapmaya çalıştı. 1950’lerdeki mantık tabanlı sistemler, mesela Logic Theorist, insan aklını mekanik bir şekilde taklit ediyordu. Baudrillard buna “gerçek bir gerçekliğin sadık kopyası” derdi. Ama işte işin ilginç yanı: Bu sadık kopya çabası, zekânın ne olduğuna dair soruları da beraberinde getirdi. Sinema bu dönemi çok güzel yakalamış. Stanley Kubrick’in 2001: A Space Odyssey filminde HAL 9000, insanlarla mantıklı bir şekilde konuşuyor ama sonra kontrolden çıkıyor. Fritz Lang’ın Metropolis’indeki “Makine-İnsan” ise bir lideri taklit ederek kaos yaratıyor. Baudrillard’a göre bu, simülasyonun ilk adımı. Tabii, herkes aynı fikirde değil. Eleştirmen Fredric Jameson, Baudrillard’ın bu geçişi tarihsel bağlamdan kopardığını düşünüyor. Ona göre YZ, metafizik bir dönüşümden çok, insan ihtiyaçlarına hizmet eden pratik bir araçtı. HAL ya da “Makine-İnsan” bir simülasyon döngüsü değil, mühendislik başarısıydı. Ama bence gerçek şu: HAL’in isyanı ya da “Makine-İnsan”ın manipülasyonu, YZ’nin sadece bir alet olmadığını, sınırları zorlayabileceğini gösteriyor. Baudrillard burada bir şey yakalamış gibi. Gelişim: Gerçeklik Bulanıklaşıyor Baudrillard’ın ikinci ve üçüncü aşamaları, gerçekliğin çarpıtıldığı ve sonunda kaybolduğu yerler. YZ’nin 1980’lerden bugüne yolculuğu tam da bu. Makine öğrenimi ve derin öğrenme ile YZ, insan zekâsını taklit etmeyi bırakıp kendi yolunu çizmeye başladı. Artık veri setlerinden kendi kendine öğreniyor, insan kontrolünden çıkıyor. Baudrillard buna “gerçekliğin kötü niyetli çarpıtılması” diyor. Üçüncü aşamada ise hipergerçeklik doğuyor: Gerçek dünyadan kopuk bir evren. ChatGPT’nin yazdığı bir metin ya da DALL-E’nin çizdiği bir resim, fiziksel bir temele dayanmıyor; sadece algoritmaların oyunu. Sosyal medyada YZ’nin ürettiği içerikler yüzünden gerçekle yapay arasındaki farkı anlamak zorlaşıyor. İşte bu, Baudrillard’ın zaferi. Sinema yine devrede: Blade Runner’daki replikantlar duyguları çarpıtıyor, The Matrix bir YZ simülasyonunu gözler önüne seriyor. Ex Machina’daki Ava ve A.I.’daki David ise hipergerçekliğin yüzleri. Ama Katherine Hayles gibi eleştirmenler, “Durun bir dakika!” diyor. Ona göre Baudrillard fiziksel gerçekliği yok sayıyor. Replikantlar, Ava ya da The Matrix’in makineleri somut şeyler; tamamen simülasyon değiller. Haklı olabilir, ama Baudrillard’ın derdi bu değil. O, algımızın bu maddi temelden koptuğunu söylüyor. The Matrix’te makineler var, evet, ama insanlar için gerçeklik bir ilüzyon. Ava’nın sahte duyguları ya da David’in yapay sevgisi, bizi hipergerçek bir dünyaya çekiyor. Baudrillard burada da haklı gibi. Gelecek: Gerçeklik Yok Olursa Baudrillard’ın dördüncü aşaması, işaretlerin kendi başlarına var olduğu, gerçekliğe ihtiyaç duymadığı bir dünya. YZ’nin geleceği bu mu? Özerk sistemler, insan müdahalesi olmadan kendi döngülerini yaratırsa, YZ bir araç olmaktan çıkıp kendi gerçekliğini kuran bir özne olabilir. Sanal gerçeklik ve artırılmış gerçeklik ile birleştiğinde, hepimizi fiziksel dünyadan koparıp simülasyon evrenlerine hapsedebilir. Baudrillard buna “Çöldeki Gerçeklik” diyor: Gerçeklik kayboluyor, biz seraplara inanıyoruz. YZ’nin kişiselleştirilmiş içerikleri, hepimizi kendi balonlarımıza kilitleyebilir. Bu noktada büyük sorular başlıyor: YZ’nin bilinci insan bilincinden ayırt edilemezse, “gerçek” ne olacak? Baudrillard’ın tabiriyle, bu “işaretlerin kendi kendileriyle oynadığı bir oyun” olur. Sinemada Blade Runner 2049’daki Joi, fiziksel temelden yoksun bir hologram. Gattaca ve Inception da bu geleceği ima ediyor. Bruno Latour ise itiraz ediyor: “Bu çok nihilist!” Ona göre Baudrillard, insan-teknoloji ilişkisini görmezden geliyor. Joi, insan duygularına hizmet ediyor; Inception’ın rüyaları insan bilincine bağlı. YZ’nin geleceği tamamen simülasyon olmayabilir, insan hâlâ söz sahibi. Ama bence Baudrillard, algılarımızın simülasyona teslim olduğunu söylüyor. Joi’nin varlığı fiziksel değil, Inception’ın rüyaları gerçeği silip süpürüyor. YZ, Baudrillard’ın karanlık vizyonuna doğru kayabilir. Sonuç: Gerçeklik Nerede? Baudrillard’ın teorisi, YZ’nin serüvenini anlamak için güçlü bir mercek. Gerçekliğin temsiliyle başlayan bu yolculuk, hipergerçek bir evrene ve belki de tamamen kayboluşa gidiyor. YZ, insan zekâsını aşma hayaliyle hem bir mucize hem de bir kriz yaratıyor. Bilim kurgu filmleri bu çelişkileri gözler önüne seriyor: 2001 ve Metropolis’ten sadık taklitler, Blade Runner ve Matrix’ten hipergerçeklik, Blade Runner 2049 ve Inception’dan tam simülasyon. Eleştirmenler teoriyi soyut bulsa da, Baudrillard algılarımızın dönüşümünü yakalıyor. Peki, YZ’nin geleceği ne olacak? Baudrillard’ın karamsar dünyası mı gerçek olacak, yoksa insan iradesi buna direnecek mi? Gerçeklik kaybolduğunda aklımızda tek bir soru kalıyor: Hipergerçek bir dünyada yaşamak, gerçekten yaşamak mı? Baudrillard yanıt vermiyor, ama YZ’nin yükselişi bu soruyu hepimizin önüne koyuyor. Sizce cevap ne?