08 Aralık 2024, Pazar Yeni Haber
Haber Girişi : 28.10.2024

Cumhuriyet: Çağdaş Bir Ulus Yaratma İdeali

101.yılını kutlayacağımız Cumhuriyet ümmet anlayışından ulus anlayışına geçişi hedefleyen, çağdaş, modern bireylerin birliği ve bütünlüğü ile oluşacak bir ULUS idealini amaçlamıştır.

 101.yılını kutlayacağımız Cumhuriyet ümmet anlayışından ulus anlayışına geçişi hedefleyen, çağdaş, modern bireylerin birliği ve bütünlüğü ile oluşacak bir ULUS idealini  amaçlamıştır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk Osmanlı imparatorluğunun parçalanış sürecine şahitlik etmiş, Balkanlarda yükselen milliyetçi rüzgarların içinde büyümüş, doğduğu, büyüdüğü baba/dede topraklarına hasret kalmanın acısını birçok dönemin subayı veya sivil memuru gibi içinde yaşamıştır. Bugün Ayvalık’ta ve Ege kıyılarında yaşayan birçok muhacir, mübadil, Yunan işgalinin acısını yaşamış Egeli bunun anlamını bilir ve derinliğinde hisseder. Vatan kaybetmenin, vatanında esir olmanın acısı büyüktür, ancak bu acılar insanı olgunlaştırır, hayallerden uzaklaştırır, realist yapar.

Osmanlı çok inançlı, çok mezhepli, çok etnili bir imparatorluktu ve din toplumu ayıran somut unsurlardan biriydi. Devlet bu dini ayrımı esas almıştı, Müslim ve Gayr-ı Müslim. Batıdaki gelişmeler Osmanlı topraklarına yansımaya başladığında bu yansıma çok yönlü bir biçimde devleti, toplumu ve kültürü etkilemişti. Gayr-ı müslimler modern eğitimin, batı ile ticaretin ve  iletişimin etkisi ile milliyetçilik akımının etkisine müslümanlardan daha önce girdiler ve zaman içinde bu ideoloji ayrı bir devlet kurma hedefine yöneldi. Bu hedefin hayata geçtiği ilk yer Mora isyanı sonrasında bağımsızlık kazanan Yunanistan oldu. Tabi ilk bağımsız Yunanistan şimdiki Yunanistan’dan çok daha küçüktü, Mora yarımadası ile sınırlıydı, ancak hedefler büyüktü, bağımsızlık ise bu hedeflerin ilk adımı. Yunan bağımsızlığı ve ulus-devlet modeli adeta bir rol-model oluşturdu ve diğer Balkan toplulukları da bu modele uygun bir yol haritası belirmeye başladılar. Elbette bunu tek başlarına başarabilecek durumda değillerdi, zaten Yunanlılar da tek başlarına başaramamışlardı. Büyük Güçler denilen Avrupalı güçlü devletlerin kendi stratejik hedefleri doğrultusunda Balkanlar ve Osmanlı coğrafyasına yönelik planlamalar ve projeler bağlamında bu Balkan toplulukları desteklendi. Böylece önce Yunanistan ile başlayan küçük yönetilebilir ve yönlendirilebilir Balkan ulus-devletleri 19.yüzyıl boyunca peş peşe bağımsızlık kazanıp sonrasında da milli hedeflerine yöneldiler. Milli hedefleri öncelikle Makedonya’yı ele geçirip Büyük Yunanistan, Büyük Bulgaristan ve Büyük Sırbistan’ı kurmaktı.

İşte Mustafa Kemal böyle bir ideolojik rekabetin yükseldiği dönemde bu rekabetin önemli merkezi olan Selanik’te hayata başladı, batıya açılan önemli bir liman kentinde hem batıyı, hem de milliyetçilerin hedeflerini yaşayarak gördü ve öğrendi. Osmanlı hasta adamdı ve gücü tükeniyordu. Kaybedilen Balkan topraklarından göçler yaşanıyordu ve Selanik bu yönüyle hem muhacirlerin Anadolu’ya nakledildiği bir limandı hem de tutunacak son daldı. Bazıları Selanik ve çevresine yerleşti bu göçmenlerin, Kosova’ya veya Üsküp taraflarına. Bırakmak istemiyorlardı Rumeli’yi ama büyük fırtına da yaklaşmaktaydı. Herkes aslında farkındaydı gidişatın pek iyi olmadığının, ata topraklarında artık adeta misafir olduklarının. Ama yine bir umuttu, belki birşeyler değişirdi.

İttihat ve Terakki işte böyle bir ortamda hayat buldu, destek buldu ve umut verdi. Makus talihi yenmek, gidişatı değiştirmek için emek lazımdı, mücadele lazımdı, cesur olmak lazımdı. Ama istibdad boğucuydu, ekonomi can yakıcıydı, dış borç tavan yapmıştı ve Büyük Güçler Sultan II.Abdülhamit’i adeta kıskaca almışlar, ülkeye nefes aldırmıyorlardı.

Genç subaylar ve idealist memurlar bu boyucu ve yakıcı ortamda 1908 Temmuzunda devrimin fitilini ateşlediler, devrimin tohumları Balkanlarda atılmıştı ama devrimcilerin ayak bastığı her yere bu tohumlar saçıldı ve saçılacaktı. İstibdad yıkılmış, sansür kaldırılmıştı. Dağdan Komitacılar inmiş, birbirleriyle kucaklaşıyorlardı. Büyük umutlarla başlayan yeni döneme Batılılar Yeni Türkiye diyorlardı ancak umutlar kısa sürede hayalkırıklığına dönüştü. Sorunların çözümünü için adeta sihirli değnek etkisi bekledikleri Anayasanın sorunları çözemediğini gördüklerinde ayrışma derinleşti, iktidar ve muhalefet öyle sert bir mücadelenin içine girdi ki ordu bölündü, basın bölündü, toplum bölündü. İttihat ve Terakki İstibdadı yıkmış, HÜRRİYETİ getirmişti, kendisini özgürlüğün merkezi sayıyor, adeta kendisini kutsuyordu. Cemiyete eleştiri hürriyet düşmanlığı ve istibdad çığırtkanlığıydı onlara göre. Hal böyle olunca elbet demokrasi gelişemezdi. 1911’den 1918’e uzun savaş yıllarının kararını halk almadı, İttihat ve Terakki ülkenin kaderine 10 yıl boyunca hükmetti. Ancak bu öyle ağır bir 10 yıldı ki. Binlerce genç cepheden cepheye koştu, şehit oldu, sakat kaldı, esir düştü, bir kuşak adeta yok oldu. Kimin hayalleri peşinde koşarken?

Osmanlı parlamentosunda milletin temsilcileri vardı ancak bunlar öyle bir iktidar mücadelesine girişmişlerdi ki hiçbir şeyi gözleri görmüyordu. İttihatçılar aralarında bölünmüşler, bazı eski İttihatçılar cemiyetin kuruluş amacından saptıklarını ileri sürerek muhalefet partileri kurmuşlar sonra bu muhalefet partileri birleşip İttihat ve Terakki’ye meydan okumuşlardı. İşte böyle bir ortamda patlak veren Trablusgarp ile başlayan savaşlar silsilesi Mondrosa kadar sürdü gitti. Halk yorgun, bitkin, çaresiz ve umutsuzdu. Balkanlar elden çıkmış, Anadolu işgal edilmeye başlanmıştı. Saray ve hükümeti İzmir ve civar bölgesi halkına Yunan işgaline tepki vermemeleri için nasihat heyetleri gönderiyordu.

Padişah ümmetine işgalcileri kabullenmelerini, misafir olarak gelenlere iyi ev sahipliği yapmalarını tavsiye ediyordu. Halife-padişahın nasihatleri milletin acısını daha da derinleştirmişti. İşte bu umutsuzluk ortamında Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı peşi sıra da Genelgeleri yayınlaması yeni bir umut, yeni bir heyecan yarattı. Milli Mücadele başlamıştı, ondan önce ilk kurşun atılmıştı, işgalcilere tepki verilmişti ama şimdi işin renki değişiyor, bir lider öncülüğünde Ulus emperyalist işgalcilere ve onun işbirlikçisi İstanbul yönetimine başkaldırıyor ve meydan okuyordu.

Milli Mücadele hem bir bağımsızlık savaşıydı hem de bir EGEMENLİK mücadelesi idi.

Egemenlik milletindi ve bu 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılışı ile sağlanmıştı. Artık kararlar millet adına ve milletin vekili aracılığı ile alınıyordu, Sultan’ın iradesi ile değil! Yani Milli Mücadele bir taraftan işgalcileri Anadolu’dan atmayı ve Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmeyi amaçlıyordu, diğer taraftan Saltanatın dinsel/geleneksel egemenliğini tarihe gömüyordu. Bu aynı zamanda bir MİLLETİN doğuşuydu. Zira egemenlik bir kişiden alınıp özüne yani olması gereken yere millete veriliyordu. Lozan Misak-ı Milli’yi ve bağımsızlığı tescil ederken artık saltanat makamı, sultan iradesi diye birşey kalmamıştı. İşte Cumhuriyet bu şartlarda kuruldu, okur yazar azdı, para neredeyse yoktu, okul, yol yoktu, ama düşman denize dökülmüş, İstanbul silahsız şekilde teslim alınmış, ülke işgalcilerden temizlenmişti. Ama çıkarılcak çok ders vardı ve Mustafa Kemal Atatürk bunlar unutulmasın, ödenen bedeller, verilen mücadele hatırlansın diye 15-20 Ekim 1927’de 6 gün 6’şar saat toplamda 36 küsur saat BÜYÜK NUTKU TBMM’de milletvekillerine verdi, sonra bu konuşma kitaba çevrildi.

Cumhuriyet ümmetçi gelenekten gelen bir toplumun Milli Mücadele ile bir millete dönüşmesi sürecini pekiştirmek üzere eğitim, hukuk, kültür alanında önemli hamleler yaptı. Devrimler ve kurumlar aracılığı ile yeni ulus-devletin sahibi olan Türk Milletinin çağdaş uygarlık seviyesine ulaşması hedefini ortaya koyarken, Kadın haklarında önemli ivmeler sağlandı. Tarih bilincini yerleştirmek ve Türk milletinin tarihi kökenlerini ortaya koymak üzere Türk Tarih Kurumu, dilinin zenginliğini göstermek üzere Türk Dil Kurumu kuruldu. Tarih ve Dil kongreleri düzenlendi ve dinsel kimlik yerine ulusal kimlik inşa süreci Halkevleri ve Köy Enstitüleri ile halka yayıldı.

Bugünkü Türkiye’de ise ulusal kimlik yerine ümmet anlayışı yeniden hayata geçirilmeye, ulus-devlet sistemi hukukuyla, sistemi ile ciddi anlamda dönüştürülmeye çalışılmakta ise de bu başarısızlığa mahkumdur. Özden çıkmayan hiçbir düşünce ve eylem başarılı olamaz. Mustafa Kemal Atatürk Türk milletinin özüydü, adeta vücut bulmuş haliydi, tüm düşünce ve eylemleri bu ÖZÜN yararına, beklentilerine ve hayallerine uygundu. Selanik’ten aldığı ilk ilham onu bu özün çağdaş yaşama ve dünyada saygın olma, barış içinde yaşama arzu ve hayallerini içselleştirdiğini gösterir. Vatan dediği ata toprağını bırakmanın acısı ile yoğrulmuş bir yüreğin yeni bir vatan kurmak için nasıl bir bütün haline gelen on binler, yüzbinlere dönüşebildiğini akıl, idare, azim ve kararlılık ile tüm dünyaya göstermiş, ezilen uluslara ilham vermiştir.

Cumhuriyetimizin 101.yılı kutlu olsun…

Yorum