Bu normlar gündelik ve iktisadi hayatta ön görülebilirlik sağlar, bireylerin ve gurupların uzun dönemli planlama yapmalarını mümkün kılar. Devlet, bu kuralların uygulanmasını ve kuralların ihlali durumunda ortaya çıkacak yaptırımlar konusunda tekelci güce sahiptir. Bu gücünü mahkemeler ve kolluk kuvvetleri aracılığıyla uygular. Devlet, bu gücünü uygularken, kendisi de yine kurallara tabidir. Usül yönünden yapılacak hatalar, esası dahi etkiler. Devletin var oluş sebeplerinden birisi de budur. 'Toplumsal Sözleşme' olan anayasa, devlete bu gücü verirken, topluma da kanunların adil olmasını ve herkese eşit şekilde uygulanmasını talep etme hakkı verir. Aksi durumda, toplumsal düzenin yerini kaos alır. Kaotik bir düzende toplumsal sözleşme yerini 'orman kanunlarına' bırakır. Burada geçerli olan norm 'haklılık' değil 'güçlülük'tür. Devlet, tanım gereği en güçlü kurumdur. Her zaman bu gücünü harekete geçirmeyi tercih etmez; ya da bu gücü uygulayabilecek kaynakları yetersiz ise yerini diğer örgütlenmeler alabilir. Bu durumda ise herkes bu gücün peşinden koşarken, ortaya bu gücün sunacağı rantın paylaşılması sorunu çıkar. Ekonomik hayatta en önemli unsur öngörülebilirliktir. İşçiler, ayın sonunda ücret ve maaşlarının hesaplarında olacağından emin olmaları gerekir. Sermaye sahipleri de karlarını artırmak için kullandıkları kaynakların karşılığını almak ister. Ekonomik hayattaki her aktör için de birikimleriyle daha iyi olanaklarda yaşamlarını sürdürmek temel motivasyondur. Bu süreç kuşkusuz bir düzene ihtiyaç duymaktadır. Gelişmiş ekonomileri geri kalmış ekonomilerden ayıran en önemli fark da bu düzenin kapsayıcılığı ve adaleti üzerine kuruludur.